Everybody dies, we all die, everything we ever care about will disappear, so what's the fucking point of living?

8 Nisan 2011 Cuma

Hayat Ne Tuhaf Kuşlar Filan


Açtım bu blog'u yazacak bir şey bulamıyorum. İyi mi?! Oysa neler neler vardı aklımda, neredeler şimdi? Neyse, sonuçta günlük değil mi bu, ben de öyle havadan sudan saçmalama kararı aldım. Maksat bir şeylerden bahsetmiş olmak.

Mesela geçen gün kafam bozuk, öyle sahilde yürüyordum, oturdum bir kanepeye bakıyorum denize falan. Önce her zamanki gibi çingene falcı teyzelerden biri yaklaştı yanıma, savdım. Sonra patlamış mısırcı geldi; ısrarcı. Onu da gönderdim bir kaç kere istemediğimi belirttikten sonra. Biraz geçince ellerinde haşlanmış mısırları, salına salına yürüyen üç abi geldi; bir tanesi uzattı fotoğraf makinesini rica etti. Okeye dördüncü aramıyorlarmış belli ki. Haha, komik bir andı. Hele ellerinde o mısırları sarı sarı parlıyor böyle, arkada körfez, bende çok usta fotoğrafçıymışım gibi böyle bir haller, çektim fotoğraflarını, arsızlık yüzsüzlük bir de uzaktan bir tane daha çekmemi istediler. "Başı hafif eğelim, sola dönelim" falan diyesim geldi. Neyse, çekim bitti. Kibarlık olsun diye artık "İnşallah güzel olmuştur" deyiverdim. Adamın cevabı çok daha denyocaydı; "İnşallah!" Hah. Artık ne ima etti bilmiyorum. İnsan bir teşekkür eder. Neyse, çok büyük iş başarmışçasına geçtim oturdum yine yerime, o an düşündüm ki; o ana kadar hiç böyle yoldan geçen birilerinin ricası üzerine tanımadığım insanların fotoğraflarını çekmemişim. Fotoğraflarla ilgili düşüncelerim doğrultusunda belki kendimle çelişen bir iş yapmış bulunuyordum ama o an abartmanın alemi yoktu sonuçta. Kalkıp da adamlara "Yıllar sonra açıp bu fotoğrafa baktığınızda o mısırların tadını tekrar ağzınızda hissedemeyebilirsiniz" mi deseydim? Saçma. Ama yine de yıllar sonra bu fotoğrafa baktıklarında o gün o deniz kenarında hayatlarına değip geçen "ben"i bir anlık da olsa hatırlayacaklar mıydı acaba? O geldi aklıma orada otururken. Peki ya ben onları hatırlayacak mıyım acaba? Hatırlasam, hatırlasalar, hatırlasak elimize ne geçecek gerçi orası da ayrı ama ilginç ve hoş geliyor böyle garip şeyleri düşünmek. Şu gezegende o kadar çokuz ki, o kadar kalabalığız ki, birbirimizin hayatlarına ufacık da olsa dokunmak çok büyük rastlantı, ya da bazen çok büyük tesadüflü bir denk geliş işte. Aman Of, daha fazla derine inmeye gerek yok, inemeyeceğim şimdi, ama kenarda dursun beklesin o gizemli konu.

İşte öyle bilinmezliklerle dolu ki evren; bazı şeyleri kendimizi öldürsek bile anlayamayacağız belli ki. Mesela böyle olduğunu düşündüğüm bir olay da iki hafta önce geldi başıma. Tam otobüse binecekken ceketimin cebindeki telefonumun artık orada olmadığını farkettim. Ama emindim ki adımımı atmadan hemen önce kapıda bekleşirken oradaydı. Benim önümden binen kişi aniden dönüp inmeye kalkışınca -"Bakiyeniz yetersizdir!"- kapıda neredeyse sıkışıp, bana sürtünmek suretiyle geçmişti yanımdan. O an şüphelenmedim. Otobüs tam hareket etmişti ki durumu farkedip, durmasını "emrettim" kaptana. Yeah! Ve Durdu. Ya ne yapacağıdı?! Atladım otobüsten, panikle bakınıyorum etrafa nereye düştü acaba telefon diye. Biraz önceki adam da kenarda durmuş elleri cebinde öyle bekliyor. Şüphelendim tabii; etrafında dolanıyorum telefona bakınırken. Soramadım ki hemen "Sen mi çaldın telefonumu?!" diye. Tam ben böyle deli gibi bakınırken, adamın telefonumu cebinden çıkarıp bana uzattığını gördüm; "Telefonunuzu düşürdünüz şurada -yolu gösterdi- sanırım". Kaptım tabii hemen, teşekkür ettim ve ben telefonla ilgilenirken adam yokoldu. Waow! Neyse; peki şimdi sonuç ne? Üzerine düşündüm o gece tabii olayın; ilk senaryo gerçekten telefonu düşürmüş olmamdı (her ne kadar hiçbir darbe belirtisi olmasa da -olabilir yani?-) ama bir ikinci senaryo daha geliyordu ki aklıma biraz tuhaf. O da tabii ki o an ilk aklıma gelen adamın telefonumu çalmış olması. Tutarsızlık var bu senaryoda; çaldıysa neden geri versin? Aslında vermiş olabilir; otobüsten hemen inmem ve bir nevi suç üstü yakalama ihtimaliyle orada bulunuyor olmam korkutmuş olabilir. Kim bilir? Ya da bir anlık şeytana uyup, çalmış ancak acıyıp geri vermek istemiş olabilir (Pollyanna Mode) Öyle olmuş olabilir, böyle olmuş olabilir. Sonuçta böyle bir olay yaşamıştım ve şüpheci yaklaşımım sonucunda kıçımı bile yırtsam gerçekte olanı hiçbir zaman öğrenemeyeceğim bir anı olarak kaldı geride. Yani kurcalamamak gerekiyor bazı şeyleri.

Hakikaten hayat bazen tuhaf, çoğu zaman fazla tuhaf. Hiç yazacak bir şey bulamayıp da bu kadar döktürmüş olmam da buna bir örnek belki. Şu an yazarken arkada Radiohead dinliyorum. En son çıkan albümleri The King Of Limbs'i aldım dün, maşallah 36,50 TL'lik bir etiket yapıştırmış sağolsun Ekinoks Müzik. Vay be dedim. Dijital olarak da satın almıştım ilk çıktığında aslında, toplamda baya bir masraflı oldu 8 şarkılık bu minicik albüm ama olsun onlara her şey feda. Ancak, birazcık da kırgınım şu sıralar kendilerine. Aldım The King Of Limbs'i ama şu an bunları yazarken OK Computer, The Bends, Hail To The Thief falan dinliyorum. Anlayın artık.

Hiç yorum yok: