Everybody dies, we all die, everything we ever care about will disappear, so what's the fucking point of living?

30 Nisan 2011 Cumartesi

İntahar Mektubum


Her zamanki gibi gereksiz düşünceler müdürü olaraktan bu sefer de acaba şu an intihar etmeye kalksam ardımda bırakacağım mektupta nelerden bahsederdim diye düşündüm. Ne kadar gerekli değil mi?! Öncelikle çok uzun bir mektup olmazdı heralde. Hoş, hayatımda hiç mektup da yazmadım aslında. Gitmeden önce hayatımda iki ilk yaşamış olacaktım böylelike. İkincisini yaşamaktan sayarsak tabii. Acemice olacağı kesin mektubun. Masaya koymalıyım, şöyle görünür şekilde. Kağıt olarak sarı saman kağıt gibi bir şey seçerdim herhalde. Daha hoş ve etkileyici olurdu. Dolma kalemle başlardım yazmaya. İntihar sebebini yazmamak en önemlisi. Ardımda sırlar kalmalı. Ardımda bırakacağım hayatla ilgili epik sözler yerine direkt kişi ve olaylara yönelirdim sanırım.

Önce tabii ki annem ve babam. Onlara layık bir insan olup olamadığım klişesi hakikaten gereksiz aslında. Daha yaşım ne başım ne, ne layıklığı. Onları çok sevdiğimden bahsedip, her şey için beni affetmelerini dilerdim. Özellikle mektuptan bir iki dakika sonra olacak olay nedeniyle. "Bana hep destek oldunuz, her zaman yanımda olmaya çalıştınız, benimle güldünüz, benimle ağladınız, ve size çok şey borçluyum" Ardından ailemdeki diğer sevdiklerime gelirdi sıra tabii ki. Herkes için tek tek bir şeyler söylemek çok uzatırdı. Sonuçta bir an önce mektubu okumayı bitirip, olayın ehemmiyetine geri dönmeleri gerek. Yine benim için çok şey yapan, destek olma konusunda annem ve babam'ın yanında her zaman bulunmuş olan teyzem ve enişteme ve özellikle kardeşlerim; Kırmızı Başlıklı Karı ve Mr. Fantasy'ye hayatıma kattıkları, belki karşılığını hiçbir zaman veremediğim ama onlardan aldığım her şey için teşekkür ederdim. Sizleri çok ama çok seviyorum. Ve tabii ki Mr. Fantasy'nin hayat Işığı ile ilk ve tek büyük aşkım Celine'imi. Celine, süt iç, çok uyu ve büyü. Ama acele etme, hemen büyüme. Ok? Aile büyüklerine gelmeden hayatımda sevdiğim tek kedi olma özelliğini taşıyan Nedoli'yi de aradan çıkarmak isterdim. Onu elleyebiliyorum, tüylerini okşayabiliyorum, o da sanırım beni seviyor; yanıma gelip ayaklarımın dibine yatıyor, yuvarlanıyor, sevmemi bekliyor. İnsan yavrusu dışında temasa geçebildiğim küçük, hareketli ve ne yapacağı kestirilemeyen yegane varlık olarak bendeki yerin önemli Nedoli. Pencereden atlamaya kalkışma! Çok uzatmamak adına, atlayacağım tüm diğer sevdiklerimden özür dileyerek anneanneme gelir sıra. Ne desem eksik kalacak ama genellersem; hatırlayabildiğim en eski zamanlarda; daha ben minicikken ayakkabılarımı bağlamayı öğrettiğin günden beri neler neler kattın hayatıma, saymakla bitmez. Seni çok seviyorum! Ve 5 yıldır yanımızda olamayan sevgili Dedem. Keşke gitmeseydin de, kendimi bulmaya çalıştığım, tanıdığım ve böylece çevremi de daha iyi tanıyabildiğim şu dönemimde, seni şimdiki halimle tanıyor olsaydım. Kısaca hala beraber olsaydık. Daha iyi olmaz mıydı? Son olarak hayatımda olan her bir kişiye, kendi hayatları benimkiyle uzak veya yakın o veya bu şekilde kesişmiş, sevdiğim veya daha az sevdiğim, beni seven veya başka türlü düşünen herkese teşekkür ederdim. Eminim her birinizden değerli bir şeyler keşfetmişimdir. Ve bunun için teşekkür etmeliyim en azından. Gerçi düşününce birazdan gerçekleştireceğim eylemi yapmamam için bir çaba sarfetmediyseniz de kabahatli biraz da siz oluyorsunuz bu durumda. Bence biraz düşünün bunu. "Hoşçakalın" ve imza. Ohh, en sıkıcı kısmı bitti. Şimdi geldi aksiyona. Ancak ne şekilde olacağını karar vermekte zorlanırdım sanırım. En bilineni tabii ki kendini asmak ama hiç içimden gelmiyor. Beyne tek kurşun desek, silah yok, beyin de yok. Bilekler kesilebilir ama ortalık batar öyle de. İlaç yutma temiz iş ancak amacına ulaşmama ihtimali olabilir. Çatıdan atlanabilir, ama etraftan toplanırlar şimdi, bir de akşam haberlerine davetiye de çıkarmış olurum böylelikle.
Zor işmiş hakikaten. Belki de, hepsinden vazgeçip, tüm o yazdıklarımı da çöpe atıp, evden çıkıp gitmeliyim bir yerlere. Maktubun alıcılarına teker teker gidip, duygularımı, düşüncelerimi birinci ağızdan söylemeliyim belki de. Geç olmadan. Bütün bunlarla uğraşmak yerine bir şarkı dinleyip, onun sözlerini yazmalıyım sarı saman kağıda, illa bir şey yazmak istiyorsam belki de. Hem nereye böyle? The Wheel Of Time'ın son kitabının çıkışını görmeden, Radiohead'i bir sahnede kanlı canlı izlemeden, Kill Bill Vol.3'ü lanet olası 3 Boyutlu gözlüklerle seyretmeden, Mad Men'in finalini görmeden, şehir şehir gezmeden, dünyanın en merak ettiğim ülkelerine upuzun yolculuklar yapmadan, eğlenmeden, mutlu olmadan, istediğim şeyleri yapamadan, Celine'in ilk erkek arkadaşıyla tanışmadan nereye?! Bu havada da gidilmez şimdi.

Yine kurtulamadınız benden.. :)

Hiç yorum yok: