Everybody dies, we all die, everything we ever care about will disappear, so what's the fucking point of living?

15 Mart 2011 Salı

Böyle Utanmazlığa Can Kurban

Showtime uzun zamandır gözde kanallarımdan biri oldu çıktı. Dexter, Weeds, Californication, The Tudors, Nurse Jackie, United States Of Tara, The Big C falan derken son derece dikkate değer işler çıkardığı bir gerçek. Bunlara yeni ekleneni de Shameless hiç şüphesiz.

Shameless aslında bir İngiliz dizisiymiş. -miş, çünkü Amerikan versiyonunu izleyip de ilgilenmeye başlayınca öğrendim ben de. Her zaman orijinaller en iyileridir mutlaka ama bazen her ikisinin de iyi olabileceğini artık biliyoruz. Örneğin The Office (Başka da gelmedi gerçi aklıma). Ve ben bu ikinci versiyonları beğendikten sonra hiçbir zaman "orijinallerini de izleyeyim" diyen biri olmamışımdır nedense. Evet, çelişkili biriyim. Peki her iki versiyonlarının da iyi olduğunu nereden mi biliyorum? Tabii ki izleyenlerin yorumlarından. E-heh. Neyse, dönelim Shameless'a. Ben bayıldım buna. Henüz 3 bölüm izlemiş olsam da, böyle bir bahsedeyim istedim, okuyan olursa bir şans versin diye. Farklı, eğlenceli, güzel bir şeyler izlesin diye. Aslında herkese göre bir dizi değil belki. Ne klişe laftır bu da. Ama adı üstünde pek "utanmaz" bir dizi olduğu için belirtmekte fayda var.

Dizinin başrolünde daha önceden kendinden pek hazetmediğim William H. Macy (Frank) oynuyor. Hoş, burada da pek hazedilebilecek bir karakter canlandırmasa da, başarılı performansı nedeniyle kendini de sevmeye başladım diyebilirim. Şimdi yazarken farkettim ki, aslında başrolde Macy var demek dizinin esas karakterleri diyebileceğim "çocuk"lara haksızlık gibi. Herkes başrol deyip, tatlıya bağlayalım en iyisi. Herkes mutlu mu? O zaman başroldeki o çocukları sıralayalım; Emmy Rossum (Fiona), Jeremy Allen White (Lip), Cameron Monaghan (Ian), Emma Kenney (Debbie) ve Ethan Cutkosky (Carl). Hepsi de harikalar yaratıyorlar resmen. Şimdi, dizi bu kalabalık ailenin hayatını anlatıyor. +1 bebek Liam ile toplam 6 çocuğunu öylece bırakıp giden "anne"nin ardından hayatta kalma çabalarını anlatıyor da diyebiliriz. Zira babalarıyla bu pek de kolay bir iş değil. Macy'nin hayat verdiği baba Frank, arada bir eve uğrayan, işsizin, ayyaşın, sorumsuzun, karaktersizin teki. Baba böyle olunca çocuklardan da pek normal olmalarını bekleyemeyiz, ki beklentimizi de karşılıyorlar neyse ki her biri. Evin sorumluluğu en büyük çocuk Fiona'nın üzerinde malum. Biraz fingilli bu kız. Ama iyi idare ediyor diyebiliriz ortamı. Gündüz başka, gece başka ortamları. Farklı farklı işlerde çalışıp evin geçimini sağlamaya çalışıyor mesela. Ondan sonra ailenin akıllı çocuğu Lip geliyor. Dersleri iyi bunun, bu bağlamda özel ders falan veriyor mesela, para kazanıyor, bütçeye katkıda bulunuyor. Sonra Ian var. Bu, her dizinin olmazsa olmazı eşcinsel kontenjanından. İlk bölümler itibariyle karakterin o yönüne ağırlık veriliyor en azından. Ardından benim favorilerimden Debby geliyor. Debby ailenin duygusalı. Çocukların arasında babalarını en çok seveni hatta. Duyarlı, iyi bir kız. Ve son olarak babasının bile hakkında pek bir şey bilmediği, ki varlığı yokluğuna denk Carl geliyor. Farketmiş olacağınız gibi onunla ilgili bir şey diyemeyeceğim. Mikrodalga fırında oyuncak falan eritiyordu son bıraktığımda. Garip bir çocuk işte. Yan karakterler de var tabii. Fiona'nın yavuklusu Steve, sevişgen komşu çift Veronica ile Kev ve Lip'in ders ücretini farklı yollarla ödeyen kız öğrencisi Karen. Bunların hepsi yaptıkları bir sürü utanmazlıkla insanı kendilerine bağlıyorlar, eğlendiriyorlar ve işte böyle yazılar yazdırıyorlar.

Dizi o kadar eğlenceli, o kadar eğlenceli ki, anca bu kadar olur. Enfes oyunculuklar dışında, dinamik kamerası, baş döndüren kurgusu, müzikleri, şarkı seçimleri derken ortaya leziz mi leziz bir iş çıkmış. Orijinalini bilemem, ama bu versiyonu oldukça başarılı diyebilirim. Halihazırda 2. sezon anlaşması da yaptı, şans vermemek için bir neden yok diye düşünüyorum. Yeni tatlar arayanlar için denemeye değer kesinlikle. Diziyi bizde e2 yayınlıyor ama böyle bir dizinin böyle bir ülkede sansürsüz yayınlanma ihtimalini pek düşünemediğimden (gerçi e2'den hiç bakmadım bile) etmeyin, eylemeyin, kıymayın bu güzelliğe ve şeytana uyun (sanki hiç uymadınız ya) indirin güzelce bir yerlerden ve izleyin derim. Sonuçta ne demiş OMO, "kirlenmek güzeldir".?!.

Hiç yorum yok: