Everybody dies, we all die, everything we ever care about will disappear, so what's the fucking point of living?

23 Şubat 2011 Çarşamba

Boyle, Böyle Filmler Yapsın Canımı Yesin

Dikkat! İzlemediyseniz Okumayın!

127 Hours, sürpriz bir şekilde çok beğendiğim bir film oldu.. Yönetmen Danny Boyle, çok fazla filmini izlemediğim biri olmakla birlikte beğenmediğim ve çok büyütüldüğünü düşündüğüm son işi Slumdog Millionaire'den sonra azıcık nefretimi kazanmış biriydi.. Açıkçası 127 Hours'ın da onun filmi olduğunu bir kaç hafta öncesine kadar bilmiyordum bile, büyük ayıp aslında.. Fragmanını da ilk kez Black Swan öncesi görmüştüm ve açıkçası ilgimi çekmişti.. Merakla beklediğim bir film haline gelmişti..

Gerçek bir olayı konu alarak, dağcı Aron Ralston'ın gerim gerim geren macerasını anlatıyor film.. Utah'ta ıssız bir kanyonda içine düştüğü derin çatlağın en dibinde sağ kolu büyük bir kayaya sıkışan Ralston'ın 127 saat boyunca yaşadığı mücadele çok gerçekçi bir şekilde yansıtılmış.. Hakikaten güzel bir iş çıkmış ortaya.. Bunun en büyük etkeni de, aynı yönetmen gibi daha önce pek ilgilenmediğim ve böylesine etkileyici bir performans çıkartacağına pek ihtimal vermediğim James Franco elbette.. Tek bir mekanda, filmin çoğu kısmında tek bir oyuncuyla birlikte bir film bu kadar sürükleyici ve etkileyici olabilirdi herhalde.. Tabii bunu başarmak için bir kaç numaraya da başvurmamış değil Boyle.. Örneğin kahramanın geçmişiyle ya da hayalleriyle ilgili sahneler.. Bunlardan ikincisini gördükten sonra "eyvah, geçmişin nokta atışı deneyimleriyle yarışma kazanan Hintli çocuktan sonra bir de bunun mu geçmişine yolculuk?!" diyerek korkmadım değil.. Hatta bu sahneler çok rahat "filmi uzatmak" için yapılmış olarak algılanabilirdi.. Ama çok yerli yerinde ve ustaca oldukları için göze batmıyorlar.. Benim de korkumu yersiz kıldılar.. Sadece sel baskınında sıkıştığı kayadan kurtulduğunu gördüğümüz sekans "olmasa da olurmuş" dedirtti bana o kadar..

Film daha en başta müzikleriyle ve hareketli anlatımıyla beni cezbetti.. Kahramanın dinlediği ve bizim de film boyunca ara sıra duyduğumuz şarkılar çok güzeller.. Ayrıca özellikle duygusal sahnelerde giren müzikler de kulağa çok hoş geliyor.. A. R. Rahman bence bu sefer iyi bir iş çıkarmış..

Hikayenin gerçeğini bilenler (ki ben bilmiyordum, bir arkadaşım iki hafta önce pat diye söyleyiverene kadar) finalde işlerin nereye varacağını da biliyorlardır.. Açıkçası bu kadar aleni yansıtılacağını düşünmemiştim, bu yönden de yönetmen benden bir artı puan daha aldı diyebilirim.. Zaten böylesine etkileyici bir performansa, böylesine bir atmosfere kanın gövdeyi götürdüğü, iç gıcıklayıcı bir gerçeklik yakışırdı.. Tam isabet olmuş.. Her şeyi geçtim, Ralston'ın kendi kolunu kesmeye başladığı sahnelerde salondaki rahatsız kıpırdanmalar bile görmeye değer bir olaydı..

Başta da çat diye söylediğim gibi ben çok beğendim filmi.. Hatta en başta filmin adının görüntüye geldiği "an"a bile bayıldım diyebilirim.. Çocukluğuna döndüğü "güneş" sahnesine, kanepede oturmuş ailesine, kamera karşısında kendi talk show'unu yaptığı sahneye (Franco muhteşem burada) finalde gerçek Aron Ralston'ı gördüğümüz sahne, vs. vs. hatırda kalan pek çok güzel şeyle hakikaten hoş bir film olmuş.. Sayesinde Danny Boyle tekrar ajandama adını yazdırdı, ve şimdi geçmişinde neler yapmış şöyle bir teker teker bakma zamanı geldi..

Hiç yorum yok: