Everybody dies, we all die, everything we ever care about will disappear, so what's the fucking point of living?

31 Mayıs 2011 Salı

En Özel Fantazim


Başlığa bakıp da heyecan yapanlar ya da fotoğrafa bakıp da baya kalabalık bir outdoor grup olayı (ki hepsi maalesef sap) sananlar varsa, üzülerek belirtmek istiyorum ki; maalesef pek öyle bir yazı olmadı bu.

Çok film izledim, çok kitap okudum, çok müzik dinledim şimdiye kadar, ama bir şeyin yeri her zaman başkadır bende. Yüzüklerin Efendisi'nin. Hem kitap, hem film, hem müzik olarak. Öyle ki, hayatımın bir kısmını şekillendiren, uzunca bir zamanını onunla geçirdiğim, onunla yatıp onunla kalkıp, onu adeta her anlamda yaşadığım bir eserdir Yüzüklerin Efendisi. Benim için çok çok özel, çok çok değerli ve anlamlı o. Bir çok yönden.

Çoğu fantastik kurgu severin ilk bildiği şeydir belki de J. R. R. Tolkien'in bu başyapıtı. Ama benim değildi. Benim bu tarz şeylere bağlanmamın ilk aşaması bir zamanlar uzun geceler boyunca oynadığımız Magic: The Gathering kart oyunuydu. Ardından geldi Yüzüklerin Efendisi. Ama o da kitap olarak değil, film olarak maalesef. İsterdim ki önce romanı bilip, sevmiş, ardından filmi başka bir heyecanla izlemiş olayım. Ama öylesi nasıl olurdu hiç bir zaman bilemeyeceğim. Bu konuda bildiğim şeylerin başlangıcı da bir haftasonu büyük kuzenimin bilgisayarıma format atmaya geldiği güne dayanıyor. Evet, bildiğin Windows.. Ben tabii o zamanlar anlamıyorum format atmaktan falan, yine o kuruyor sistemi bizde, heyecanla anlatmaya başladı; şöyle böyle bir film gelecek, manyak güzel görünüyor, işte öyle muhteşem fragman falan, filan. O da henüz okumamış romanları, bilgisi var sadece. Ben de en az onun kadar heyecanla dinliyorum ve bir sonraki sekansta hop; o yılın Aralık ayında o, ben ve bir arkadaşı; üçümüz sinemada zevkten dört köşe olmuş bir şekilde filmi izleyip, patlamış mısırlarımızı yiyoruz. Nasıl beğenmişiz, nasıl büyülenmişiz. Anlatamam. Bir anda her şeyim Yüzüklerin Efendisi oluveriyor. Geek. Film bitiyor, ve her şeyden bihaber biz ikimizin ağzı açık kalıyor. Çünkü en heyecanlı yerinde kalıveriyoruz, meğer 3 kitap ayrı ayrı filmleştirilmiş de devamını bekleyecekmişiz. Ne cahillik! Üzülerek salonu terkediyoruz hevesimiz kursağımızda. Çıkışta yürüyen merdivenden inerken, kitapları önceden okumuş olan arkadaşına yanaşıp sessizce soruyorum -kuzenim spoil olmasın diye uzak duruyor- "Gandalf gerçekten öldü mü?!" Cevabımı alıp sinsice sırıtıyorum. Ne çocukluk. Ertesi gün soluğu kitapçıda alıp, o kusursuz roman serisini okumaya başlıyorum. Geç olsun, güç olmasın. En azından 2. filme yetişeyim amaçlı. Kitaba ayrı bir hayran kalıp okuyorum da okuyorum. O zamanlar şimdikinden daha çok okuyabiliyordum. Ne günler. Ayrıca o zamanlar kafam daha bir güzel, daha bir başka. Zevk alıyorum bunlardan, hayaller kuruyorum, gece yattığımda okuduklarımı, izlediklerimi düşünüp mutlu oluyorum. Artık olmuyor böyle şeyler. Neyse. 1 yıl sonra ikinci filme bu sefer iki kuzenimle birlikte gidip, bir kez daha mest oluyorum. O sırada almış olduğum ilk filmin müzik albümünü her bir notasına kadar ezberlemişim zaten, ikinciyi de alıp, kulağımdan düşürmüyorum. Baya baya Orta Dünya'da yaşıyorum yani. Neden istediğim okulu kazanamadım sanıyorsunuz? :P Bu zaman zarfında hayatıma DVD denen şey giriyor. Hem de ne giriş. İlk DVD Player'ımla birlikte, uzun bir zaman maddi nedenlerle sadece onu döndüre döndüre izleyeceğim ilk film DVD'mi de alıyorum. Tabii ki Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği. Evet, şimdi arşivimde 300'den fazla DVD var belki ama ilki, ilk aldığım, eve gelip heyecanla ilk kez player'a yerleştirip izlediğim film Yüzük Kardeşliği'dir. Ve ilkler her zaman önemlidir benim için, bir çok kişide de olduğu gibi. Sayılar da öyle bazen. Mesela ilk filmin sarhoşluğundan sonra 2. filmi sinema ortamında 2 kez, 3. filmiyse 3 kez izlemiştim. Denk geldi ama güzel geldi. Mesela bu da benim mutluluk duyduğum ufak şeylerden biridir hayatımda. Ne acı; mutluluğa bak. Neyse; yıllar sonra bir yarışmadan 3 filmin arka arkaya gösterileceği ve neredeyse tüm güne yayılmış bir sinema etkinliğine bilet kazanmıştım. O da özel bir şeydi benim için. En sevdiğim film serisinin böyle bir ödülünü kazanmak. Ancak böylesine uzun ve yorucu olabilecek bir etkinliğe bana eşlik edecek birini bulamadığımdan gidememiştim. Şimdi bunu yaşayamadığım için pişmanım. Şu an olsa hiç düşünmeden ve kimseyi de peşime takmadan giderim filmleri evde zaten defalarca izlemiş olsam da, ama o zamanlar yapamamıştım. Ühühüh.

Yüzüklerin Efendisi bana fantastik dünyanın zaten içimde bir yerlerde aralık olan kapısını ardına kadar açmıştı. Üzerine bu türde çok roman okudum, çok film izledim ama onun yeri her zaman özel kaldı. Kalıyor. Kalacak. Ezbere bildiğim replikleri (Elfçeler dahil :D), sahneleri, kulağımda çınlayan, bir çok kez hayatımın soundtrack'i olmuş enfes müzikleri, arşivimin en özel yerinde duran filmleri, kitaplarıyla benim için bambaşka bir şey Yüzüklerin Efendisi. Şimdi sırada The Hobbit filmi var, ve yine o haftalar öncesinden biletini alıp, delicesine 3. filmi beklediğim zamanki gibi heyecanlıyım. Ya da 11 Oscar'ı kazandığı gece sanki ben kazanmışçasına sevindiğim gibi sevinçliyim.

10 yıl olmuş. 10 yıl aradan sonra çok özlediğiniz bir duyguyu tekrar yaşamak nasıl bir şey bilir misiniz? İşte öyleyim.

1 yorum:

The.Lethe dedi ki...

her harfine can-ı gönülden katılıyorum. şimdi bu değerli baş yapıtı, vücuduma işlemek kaldı...