Bir insanın tüm hayatını etkileyebilecek, bir çok şeye engel olacak, bazen onu hayattan soğutacak bir rahatsızlığının olmasını en iyi bilebilecek kişilerden biri olarak görüyorum kendimi.. The King's Speech belki de bu yüzden beni çok etkiledi, bana çok yakından sokuldu ve beni mutlu etti.. Daha önce üzerinde pek düşünmediğim kekemelik, farkettim ki hakikaten çok can sıkıcı durumlardan biriymiş.. Bunun bir de böylesine önemli bir kişiliğin başına gelmiş olması oldukça ilginç bir hikaye çıkarmış ortaya.. Su gibi akıp giden, insanı hiç sıkmayan, sessiz sedasız ama taş gibi bir film olmuş The King's Speech..
Filmin en önemli unsuru hiç şüphesiz başta Colin Firth olmak üzere tüm oyunculuklardı.. Hatta bazı anlarda ondan bir adım önde bile sayılabilecek Geoffrey Rush ve kadınlarımdan biri olan Helena Bonham Carter performanslarında çok başarılılar.. Ve Firth ile Rush'ın karşılıklı döktürdüğü sahneleri izlemek, insanı kendinden geçirircesine zevkliydi..
Sanırım insana en içten gelen tarafı bir İngiltere Kralını izleyiciyle elinden geldiğince denkleştirmeye çalışması.. Bunun için tabii ki ortada her şeyin merkezini oluşturan bir kekemelik durumu var elbette halihazırda ama bir filmde anlatımın önemi belki de en çok burada çıkıyor işte.. Daha o ilk "sessiz" sahnede insanın içi burkuluyor, sıkıntısına birden bire ortak oluyoruz George'un.. İlerledikçe onu aslında ne kadar çok etkilediğini, üzdüğünü, şekillendirdiğini görüyoruz bu rahatsızlığının.. Ve tabii ki bunu atlatmak için verdiği tüm uğraşların ne kadar normal ve onun için "bile" zor şeyler olduğunu görüyoruz.. Samimi buluyor ve belki de bir anlamda rahatlıyoruz.. Kısmen de olsa mutlu sona ilerlerken biz de seviniyoruz.. İşte bu her şeyden önemli ve bence başarılı olmasının nedeni filmin..
The King's Speech 12 dalda Oscar adayı olarak bu seneki en çok sayıda aday olan film ünvanını taşıyor.. Hakediyor da.. Aldığı diğer ödülleri ve beğenileri de öyle.. Colin Firth En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde banko gibiyken, film de En İyi Film ödülünü alacakmış gibi geliyor bana.. Akademi Facebook için "Beğen"e tıklamazsa.. Filmden çıktığımda aklıma ilk gelen kelime "naif"ti.. Gerçekten çok özel ve farklı bir film olmuş The King's Speech.. İzlemediyseniz şiddetle tavsiye edilesi..
Dip not olarak filmin harikalar diyarının bağrından kopup gelen Türkçe ismine değinmek istiyorum.. Kendimi bildim bileli filmleri hep orijinal isimleriyle anmayı tercih ederim, doğru bir şekilde çevrilsin ya da çevrilmesin.. Görüyoruz ki bazen bu hakikaten lazım oluyor.. Zira bu filmin adını Acemi Prenses'in devamı kıvamında çevirip önümüze koyanlara ne denir bilemiyorum.. Zaten Grey Gardens'ı bile Yeşil Bahçeler şeklinde çevirebilen bir zihniyetten başka türlüsü de beklenemez.. Tebriklerimi iletiyorum buradan..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder